Pazartesi, Mayıs 09, 2011

''DİL VE ÇOCUKTA DİL GELİŞİM KURAMLARI'' makalesi

Özet
Bu makalede, birçok dil uzmanının dil hakkındaki görüşlerinden yola
çıkılarak dilin ayrıntılı bir tanımı yapılmaya ve aynı zamanda dilin
gelişimini açıklayan ünlü teoriler ele alınarak çocukta erken yaşlarda dil
gelişimi hakkında okuyucuya bir ışık tutulmaya çalışıldı.
Anahtar Sözcükler: Dil, dil edinimi, dil donanımı, çocukta konuşma
Giriş
Dil, bilgi iletmek için, sınırsız birleşimi olan istemli sembollerin kullanıldığı karmaşık
bir iletişim sistemidir. Dil, duygusal ve sosyal iletişimin en önemli birimlerinden biridir. Bir
anda akla gelemeyecek kadar çok yönlü, farklı farklı nitelikleri olan, bugün bile tam olarak
çözülememiş bir varlıktır. Dil, insan ve toplumdan ayrı düşünülemeyecek, bilim, sanat,
teknik, kültür gibi bütün alanlarla ilgisi bulunan, aynı zamanda onları oluşturan bir kurumdur.
Dil, insanın dünyadaki yerini ve değerini belirleyen olgudur. Konuşma yeteneği, yani
dil, insanın en önemli niteliklerinin başında gelir. İnsanın duygularını, düşüncelerini,
isteklerini bütün ayrıntılarıyla açığa vurmasını, yaşamını sürdürmesini mümkün kılar. Dil,
insanların toplum içerisinde yaşaması, bireyler ve toplumlar arası iletişimin sağlanması için
gereklidir. Dil kelimesinin Türkçede birbirinden farklı iki olayı ifade ettiğini hatırlamakta
fayda vardır. İki komşu kadın arasındaki şu konuşmada bu iki anlam açığa çıkmaktadır. A:
“Düşünün hele, on dil konuşan komşumuz profesörün korkudan dili tutulmuş!” B: “Öyle mi,
hangi dili?”. Alman Dilbilimci Walter Porzig, dil tutulmasına “konuşma kabiliyetini
kaybetmek”, bir dil konuşmaya ise, “bir gramer ve sözlükle tasvir edilebilecek belirli bir
söyleyiş tarzını iyi bilmek” açıklamalarını getirmektedir.
En basit şekliyle iletişim aracı olarak tanımlanan dilin, birçok bilim adamı tarafından
yapılmış farklı betimlemelerine rastlanmaktadır. Prof. Dr. Berke Vardar Dilbilim Terimleri
Sözlüğü’nde dili, “belli bir insan topluluğuna özgü, çift eklemli sesli göstergeler dizgesi”
olarak tanımlamaktadır. (Vardar, 1998, 75). Büyük dilbilimci Ferdinand de Saussure ise, dili,
işaretler ve göstergelerden oluşmuş bir sistem olarak tanımlamaktadır.
Ferdinand de Saussure’ün yaptığı ve birçok dilbilimcinin benimsediği ayrıma göre, dil
yetisinin toplumsal ürünü olan dil, bu yetinin bireylerce kullanılabilmesini sağlayan ve
toplumca benimsenmiş olan uzlaşımsal bir düzendir. Andre Martinet’nin tanımına göre “bir
dil, insan deneyiminin, topluluktan topluluğa değişen biçemlerde, anlamsal bir içerikle sessel
bir anlatım kapsayan birimlere, başka bir deyişle, anlambirimlere ayrıştırılmasını sağlayan
bir bildirişim aracıdır. ” (Martinet, 1998, 28). Bununla birlikte, iletişim aracı olarak kullanılan
ve doğal diller dışında kalan trafik işaretleri, sinema dili, arıların dili gibi her türlü göstergeler
dizgesi ve anlatım yöntemi de dil olarak tanımlanmaktadır.
Dil, insanların birbirlerine bilgi, düşünce ve eğilimlerini aktarabilmelerinin yanı sıra,
fikirlerini düzenleyebilmelerini ve duygularını ifade edebilmelerini mümkün kılar. Kültür
değerleri ve bilgilerin çoğu kuşaktan kuşağa sözlü ya da yazılı sözcükler yoluyla
iletilmektedir. Dil ve düşünce çalışmalarında yoğunlaşan yirminci yüzyıl dilbilimcileri,
psikologları ve sosyologları, bu ikisi arasında sıkı bir ilişki bulmuşlardır. Mehmet Kaplan,
Kültür ve Dil adlı eserinde bu ilişkiyi, “dil, onu konuşanların duygu, düşünce ve hayal
dünyalarını tayin eder ” (Kaplan, 2002, 112) diye özetlemektedir. Ona göre, bir milletin dünya
görüşü dilinin sahip olduğu kelimelerle sınırlıdır. İnsanlar bildikleri ve tanıdıkları varlıklara,
duygu ve düşüncelere ad koyar, bilmediklerinin dillerinde adları yoktur. Herkes doğrudan kendi yaşantısı yoluyla öğrendiğinden çok daha fazlasını dil yoluyla
öğrenir.
Dil, düşünme ile birlikte, bellek, muhakeme, problem çözme ve planlama gibi bilişsel
süreçleri de içermektedir. Aynı zamanda, özellikle insanların sosyal yaşamları için
kaçınılmazdır. Dil, hem donanım, hem de kazanım ile ilgili bir gelişim alanıdır. Kişinin, dile
ilişkin doğuştan getirdiği birçok donanım vardır. Dilbilimci Hugo Moser, dilin fizyolojik,
psikolojik ve bilişsel alanlarda birleştiğini ifade etmektedir. Sesleri fizyolojik temellere
dayandırarak, farklı organların seslerin oluşmasında rol aldığını söylemektedir. Kelime
kullanımını, bunların seçimini, bunların anlam ile ilişkilendirilmelerini psikolojik alanda
gruplandırmaktadır. Dil ve düşünme ikilisini de üçüncü alana yerleştirerek, dilin mantıki,
düzenleyici ve açıklayıcı bir görevi olduğuna işaret etmektedir.
Kişinin, doğuştan getirdiği dil donanımları beyin ile ilgilidir. Beyin, dil sisteminin
yöneticisi ve kendisi de bir donanımdır. Konuşma, temelde beyin kabuğundaki iki alan
tarafından kontrol edilmektedir. Konuşma ve konuşulan dili anlama ile ilgili Broca ve
Wernickle alanları beyin lokalizasyonuna ilişkin iki merkezdir. Broca alanı, beynin konuşma
ile ilgili seslendirme yeteneğinin odak noktasıdır ve konuşmadaki sesleri kontrol eder.
Wernickle alanı ise konuşma seslerinin tanınması ve ayırt edilmesi ile ilgilidir. Dili her türlü
ifade biçimiyle anlama yeteneği, Wernickle alanının incinmesi ile önemli ölçüde aksar. Genel
olarak Wernickle alanı duyusal, Broca alanı ise motor alandır. (Bkz. Morgan, 1991, 186).
Diğer taraftan, dil gelişimini tamamen biyolojik donanım olarak açıklamak imkânsızdır. Dil,
hem donanım, hem de kazanım ile ilgili bir alandır. Dil, belli evreler veya zamanla kazanılan
kurallar bütünüdür. Çocuk, çevreyle iletişim sonucu ister bilişsel süreçler, ister taklit, isterse
model alma gibi yollarla dil kazanımını elde eder. Dil gelişiminin nasıl ortaya çıktığına ilişkin
farklı görüşler aşağıda yer almaktadır.
1-Davranışçı Görüş
Bu görüşe göre, çocuklar konuşulan dili, herhangi bir şeyi öğrendikleri gibi öğrenirler.
Çevreden gelen birçok ses uyaranının zamanla sınıflandırılması, şekillendirilmesi ve benzer
durumlarda aynı ses ve tepkilerin verilmesi gerçekleşmektedir. Anne veya önemli diğer
kişilerin çocukla ilişkilerinde vermiş oldukları tepkiler çocuk tarafından zamanla dile
dönüştürülür. Ödül ve ceza gibi pekiştirenler yoluyla bu gelişim sürdürülür. Sonuçta konuşma
şekillenir. Pekiştirilmenin yanı sıra, bebeklerin sıklıkla duydukları sesleri taklit etmeleri de
dilin kazanılmasında önemli yer almaktadır.
2-Sosyal Etkileşim Kuramı
Davranışçı yaklaşımın bir ileri boyutu olan sosyal etkileşim kuramı da dil kazanımını
doğrudan taklit ve model alma ile ilişkilendirmektedir. Bu kuramda, dil öğreniminde sosyal
ve kültürel ortamdan etkilenildiği vurgulanır.
3-Ana Dili (nativist) Yaklaşımı
Ana dili yaklaşımı, dil kazanımı ile ilgili başka bir görüştür. Bu yaklaşım, dilin genetik
olarak aktarıldığını ve tüm insanların dil kazanım araçlarına önceden sahip olduklarını
savunmaktadır.
4-Dil Gelişimini Biyolojik Temellere Bağlayan Görüş
Noam Chomsky ve Lenneberg gibi dilbilimciler, dil gelişimini biyolojik temellere
dayandırmaktadırlar ve çevresel koşulların da dil gelişimi üzerindeki etkilerini göz ardı
etmemektedirler.
Dil gelişimini biyolojik ve psikolojik temellerden yola çıkarak açıklayan kuramcılara
psikolinguistik kuramcılar denmektedir. Bunların içinde en önemlisi Noam Chomsky’nin
kuramıdır. Bu kurama göre insanlar doğuştan, dil öğrenebilmek için özel bir mekanizmaya
sahiptir. Bu mekanizma, çocuğun yakınında konuşulan dili içselleştirmesini, kurallarını
anlayıp öğrenmesini, sonra da uygun kurallar ile konuşmasını sağlar. Bu mekanizma
sayesinde tüm çocuklar aynı aşamalardan geçerek, biyolojik olarak belli bir olgunluk
düzeyine geldiklerinde, tıpkı yürümeyi öğrenir gibi konuşmayı öğrenmektedirler.
Chomsky, her ifadeyi dilbilimsel sistemde derin ve yüzeysel olmak üzere iki yapıya
ayırmaktadır. Derin yapı, kavramların anlamsal yönü ile yüzeysel yapı ise konuşulan
sözcükler ile ilgilidir. Çocuklar dili öğrenirken önce düşünsel olarak seslerin anlamlarını
kavrarlar, daha sonra onları yüzeysel yapıya dönüştürürler.
Sonuç
Sonuç olarak, dilin toplumsal gerekliliği herkesçe kabul edilen bir özelliktir. Birçok
farklı bakış açısından ele alınabilen dilin, toplum ile sıkı bir ilişki içerisinde olduğu ve
toplumun bütün değerlerini kendisinde barındırdığı konusunda bütün uzmanlar hemfikirdir
denebilir.
Ayrıca çocuğun, dili ediniminde, yukarda ele alınan kuramların her birinin etkisini
göstererek bir bütün oluşturduğu sonucuna varılabilir. Kişinin dil edinimi bir koordinasyon
içerisinde gerçekleşmektedir. Bu koordinasyonu sağlayan öğeleri büyük ölçüde aile, yakın
çevre, okul, toplum ile televizyon, internet gibi günümüz iletişim ve teknoloji araçları
sağlamaktadır. Bunların olumlu etkilerinin yanısıra, oldukça yoğun olumsuz etkileri de
bulunmaktadır. Bu yüzden, çocuğun, sağlıklı bir şekilde dili edinmesi için, başta aile olmak
üzere, yakın çevrenin ve eğitimcilerin duyarlı olmaları gerekmektedir. Bu duyarlılık en basit
şekliyle, dilimizi muhafaza ederek kurallarına göre kullanmakta gösterilebilir. Yani,
çocukların dil eğitimini gerçekleştirirken, dilin bir kültür, tarih taşıyıcısı olduğunu
unutmamak gerekmektedir.


Alıntıdır.
Fatma Öztürk DAĞABAKAN - Davut DAĞABAKAN

Hiç yorum yok: